Hikayede Büyük Boşluklar Var - Hakan Bıçakcı

Öykü, İletişim Yayınları

179 s, 2015

Hikâyede Büyük Boşluklar Var / Özet

I. İLİŞKİ DURUMU

  1. Ne işi var Rufus Wainwright’ın senin düğününde?
  2. İki Bahar
  3. Bugs Bunny’nin Sigara Molası
  4. Metrobüste Cany Crush
  5. Yıldönümü
  6. Başka biri mi var?
  7. Otomatik Ayrılık

II. YALNIZ PERSONEL

  1. Yalnız Personel
  2. Herkes Öykü Yazabilir
  3. Kutlama
  4. Bir Düğün Metalcisi
  5. Sahnedeki Dinleyici
  6. Trafik Kilit
  7. Üç Kişilik Bir Kişi
  8. Misafir

III. NASIL OLUR?

  1. Kayıp
  2. On Üç Maymun
  3. Yemek Vakti
  4. Hayvanlar Gibi Bir İntikam Masalı
  5. Dünyanın En Çok Yanlışlıkla Fotoğrafı Çekilen İnsanı
  6. Falda İddialıyız
  7. Ağlatan Ayna
  8. Kulak Burun Boğaz Vicdan
  9. Gece Yolculuğu
  10. Başkasının Kalemi
  11. Beyaz Masa Örtüsü
  12. Yatay Geçiş

IV. ARA BÖLGE

  1. Sessiz Dans
  2. Belli Belirsiz Bir Baş Ağrısı
  3. Cesaret Testi
  4. Serbest Piyasa
  5. Selfie Dedektifi
  6. Bana Bayan Deme
  7. Jüri Özel Uykusu

Hikâyede Büyük Boşluklar Var / Alıntılar

YALNIZ PERSONEL

(…)

Son birkaç aydır bomboş gözlerle monitörlere bakıyordum sadece. Bazen sırf sokaktan geçen insanlar olarak görüyordum güvenlik kamerasının çektiği kalabalığı, bazen film izlediğim dönemden kalma alışkanlıkla bir sahneyi takip eder gibi bakıyordum onlara. Birinin kolu diğerinin burnu kırılmış iki genç adam sohbet ederek geçtiğinde bir kere… Siyah beyaz… Onları film gibi seyretmiştim mesela. Ekranda kaldıkları süre boyunca düşünmüştüm. Nasıl bu hale geldiklerini…

İlk aklıma gelen kavgaya girmiş olmalarıydı. Fazlasıyla iyi anlaşıyor gibi görünmeleri bu duyguyu vermişti bana. Kavga çıksa biri diğerini yalnız bırakmazdı. Belli ki öyle olmuştu. Kavgada yumruk sayılmazdı. Çok da kötü sayılmazlardı. Birinin kolu diğerinin burnu kırılmıştı sadece. Acaba karşı taraf ne haldeydi? Belki de karşı taraf falan yoktu. Birbirleriyle kavga etmişlerdi. Sonra araları düzelmişti. Özür dilemeler, sarılmalar. Kaynayan kemikler. Belki de kavga falan yoktu. Trafik kazası geçirmişlerdi. Hangisi direksiyondaydı? Sanki burnu kırılan… Belki de başlarına gelenler birbirlerinden bağımsızdı. Yani ayrı yerlerde ayrı olaylar sonucu yaralanmışlardı. Ve hastanede tanışmışlardı. Bekleme sırasında. “Geçmiş olsun” diyalogları arasında. Çıkışta bir tost yemişlerdi. Sandviç ekmeğine. Çift kaşarlı. Biri ödemiş, diğeri itiraz edince… “Bir dahakini de sen ısmarlarsın.” Böylece bir daha görüşülmüştü. Sona bir daha…

Birinin kolu diğerinin burnu kırık siyah beyaz ikili güvenlik kamerasının güvenli sularından çıkıp gitti. Yok oldu. Karanlığa karıştı. Başını ve sonunu bilmediğim film bitti. Film sona erse de ekranı kapatmıyordum. Yedi gün yirmi dört saat açık durmalıydı monitör. Otelin broşüründe ve internet sayfasında “7/24 özel güvenlik” yazıyordu çünkü. Açık durmalıydı ve ben de başında durmalıydım. Tek başıma. Yapayalnız. Kapıda yazdığı gibi… “Yalnız Personel”. Mezar taşı gibi tepemde dikilip duran kapalı kapıda. Derin bir nefes aldım. “Bu boş odada bomboş oturmak beni çürütüyor” diye düşündüm. “Yarın ilk iş, işi bırakacağım.”

Ertesi gün istifa etmeye üşendim. Dokuz sene daha kaldım. Kendime ait o personel odasında.  

ÜÇ KİŞİLİK BİR KİŞİ

Her şey, rakıdan dönmüş kafamı meyhanenin tuvaletindeki aynada üç ayrı açıdan görmemle başladı. Her şey, rakıdan dönmüş kafasını meyhanenin tuvaletindeki aynada üç ayrı açıdan görmesiyle başladı. Her şey, rakıdan dönmüş kafanı meyhanenin tuvaletindeki aynada üç ayrı açıdan görmenle başlıyor. Musluğu açıp yüzümü yıkadım. Musluğu açıp yüzünü yıkadı. Musluğu açıp yüzünü yıkıyorsun. Kendime gelememiştim. Kendine gelememişti. Kendine gelemiyorsun. Sakin olmaya çalışıyordum. Sakin olmaya çalışıyordu. Sakin olmaya çalışıyorsun.  Masaya döndüm. Masaya döndü. Masaya dönüyorsun. Arkadaşlarım durumumu fark ettiler. Arkadaşları durumunu fark ettiler. Arkadaşların durumunu fark ediyorlar. Biri koluma girdi, dışarı çıktık. Biri koluna girdi, dışarı çıktılar. Biri koluna giriyor, dışarı çıkıyorsunuz. “Kus rahatlarsın” dedi bana. “Kus rahatlarsın” dedi ona. “Kus rahatlarsın” diyor sana. O anda midem bulandı. O anda midesi bulandı. O anda miden bulanıyor. Kustum. Kustu. Kusuyorsun.

(…)

ON ÜÇ MAYMUN

Yağ kokan metro istasyonu vıcık vıcıktı. Kalabalık üstüme üstüme geliyordu. Kulaklığımda Nailbomb’un “Wasting Away” şarkısı kakafonik kreşendolarla tepiniyordu. Yürüyen bantlara ve merdivenlere takılıp giden mekanik trafiğin huzursuz akışına kapılmıştım. Herkes birbirine şüpheli paketmiş gibi bakıyordu. Kafam önümde yürüyüp tren bekleme bankına oturdum. Yukarıda asılı duran dijital ekrana bakılırsa dört dakikası vardı.

Az havalandırılmış, çok ışıklandırılmış salonda iki büklüm oturmuş beklerken göz ucuyla tüylü bir hareket fark ettim. Yanımda oturan adamın kucağında… Yadırgatıcı bir kıpırtıydı bu. Hissi ne kediye ne köpeğe benzer… Belli belirsiz görülmesine rağmen yabaniliği seçilecek kadar tuhaf… Dönüp baktım, adamın kucağında büyükçe bir maymun vardı. Açık renk, zayıf, sevimli bir hayvan… Bakıp gülümsedim. Sonra gözlerimi sahibine çevirdim. Adam ters ters yüzüme bakıyordu. Gülümsemem yüzümde donmuştu. Bakışlarımı panikle başka yöne çevirdim. Huzursuz olup müziğin sesini sinek vızıltısına dönüşene kadar kıstım.  

Tuhaf olan, trende yanına oturduğum kadının kucağında da bir maymun olmasıydı. Bu seferki itici bir hayvandı. Bir dakika içinde gördüğüm ikinci maymun olduğu için mi itici bulmuştum onu yoksa farklı bir cins olduğu için mi bilemedim. Kafamı kaldırıp trenin içine baktığımda müthiş bir kulak çınlamasıyla birlikte her yolcunun kucağında başka bir maymun olduğunu gördüm. Grinin elli tonu… Kahverenginin her tonu… Bir an için gözlerim karardı. Buz gibi, acı, tüylü bir irkilme hissettim. Benim dışımda herkesin bir maymunu vardı. Trenin kapıları açılana kadar nefesimi tutup kaskatı bir halde bekledim.

(…)